Biz feministler, savaşın cinsel şiddet, göç, yoksulluk, travma ve ayrımcılık gibi sonuçlar doğurduğunu çok iyi biliyoruz. Militarizm, ataerki ve şiddetin kurumsallaşması arasındaki tarihsel bağları, savaşın körüklediği ırkçılık ve milliyetçiliğin vatan ve namusla özdeşleştirilen kadın bedenlerini nasıl bir savaş alanına dönüştürdüğünü, tecavüzün ve her türlü toplumsal cinsiyete dayalı şiddetin nasıl da bir savaş aracı olarak kullanıldığını biliyoruz.
Savaş, erkek şiddetinden uzaklaşarak güven içinde yaşayabilme, eğitim görebilme, istihdama katılabilme, özgür bir hayat kurabilme çabalarımızın, bedenlerimizin, cinselliğimizin, hayallerimizin ve hayatlarımızın ortasına düşen bir yıkım demek. Kadın bedeninin savaş alanı ve aracı hale getirilmesi, kadınların tecavüze ve cinsel şiddete maruz bırakılması demek. Ağır bir belirsizliğin nezaretinde göçe, belirsizlik ve yalnızlaşmanın sebep olduğu psikolojik travmalara, sağlık hakkı başta olmak üzere sosyal haklara erişimden uzaklaşmaya, eğitimden ayrılmaya, istihdamdan koparılmaya, yoksullaşmaya, hayatın kenarına itilmeye, erkek şiddetine karşı savunmasız bir hale getirilmeye maruz kalmak demek.
Savaş sadece kadınlar için değil çocuklar, gençler, yaşlılar, LGBTİ+’lar, yoksullar, engelliler ve etnik ve dini azınlıklar için daha fazla kayıp, yıkım, adaletsizlik, ayrımcılık ve insan hakları ihlali anlamına geliyor. Hayatlarımızı militarist bir kabusa çeviren savaş, eril dilin ve şiddetin hayata egemen kılınmaya çalışılması demek. Yerini yurdunu terk etmek zorunda kalan, göç belirsizliğine sürüklenen kadın göçmenlere karşı, savaşın ilk gününden itibaren sosyal medyada bedenleri üzerine yapılan eril tecavüz şakalarını görüyoruz. Savaş halihazırda haklara erişimde dezavantajlı olanların haklarından iyice mahrum olmaları demek. Göç yollarında trenlerden zorla indirilen, sınırlarda dondurucu soğukta günlerce bekletilen siyahları ve etnik azınlıkları görüyoruz. Çeçenya’da toplama kamplarında işkence gören LGBTİ+’ları, LGBTİ+ düşmanı politikaların mimarı ve uygulayıcısı olan Rusya’nın Ukrayna’yı işgal etmeye başlaması ardından Ukrayna’daki LGBTİ+ aktivistlerinin hayatlarından endişe duyar hale geldiğini biliyoruz.
Tüm bunların yanı sıra, dünyanın her yerinde “savaşa hayır” diyen milyonlarca insanın her geçen gün daha güçlü ve kalabalık bir şekilde meydanları doldurduğunu da biliyoruz. Dünyanın her neresinde olursa olsun “savaşa hayır” diyenlerin yanındayız ve “savaşa hayır!” diyen herkesi, Ukrayna’da ve Rusya’da yaşanan hak ihlallerine ses olmaya, hak savunucularıyla dayanışmaya, şiddete ve insanlık onuruna aykırı zulme ses çıkarmaya davet ediyoruz. Silahlı çatışmaların kadınlar ve kız çocukları üzerindeki etkilerine ve toplumsal cinsiyet boyutlarına dikkat çeken Birleşmiş Milletler 1325 sayılı Güvenlik Konseyi kararı uyarınca kadınların barış süreçlerine etkin bir şekilde katılmalarının önünün açılmasını ve savaş sonrası barış sürecinin kadınların ve kız çocuklarının özel ihtiyaç ve öncelikleri temelinde inşa edilmesini talep ediyoruz.
Barış için ısrar ediyoruz.