Bugün 1 Ağustos. Bundan 7 sene önce, kadına karşı şiddet ve ev içi şiddetle mücadeleye ilişkin en kapsamlı insan hakları sözleşmesi olan İstanbul Sözleşmesi, 10 ülkede onaylanmasının ardından yürürlüğe girdi. 7 senedir İstanbul Sözleşmesi, sözleşmeye taraf ülkelerde kadınların ve ev içi şiddete maruz kalan herkesin en büyük hayati güvencesi.
Ancak ne var ki, hazırlanmasında büyük katkılar sunan, İstanbul’da imzaya açılması için çaba harcayan, 2011 yılında sözleşmeyi imzalayan ve meclisinden geçirerek onaylayan ilk ülke olan Türkiye, keyfi ve gayrı meşru çekilme kararı neticesinde artık sözleşmenin tarafı değil. Adını imzaya açıldığı İstanbul’dan alan, kadınların ve hane içindeki tüm bireylerin şiddetten uzak, güvenli ve eşit yaşamalarının güvencesi olan sözleşme, bugün yürürlükteki 7. yılını doldururken sözleşmenin mimarlarından olan Türkiye’deki milyonlarca kadın, çocuk ve ev içi şiddet mağduru şiddetten korunmak için verilen bu uluslararası güvenceden bir kişinin keyfi kararıyla yoksun bırakıldı.
Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çekildiğini açıklamasından itibaren yaşanan gelişmeler, çekilmenin ardındaki zihniyeti ve ilerleyen günlerde karşılaşabileceğimiz saldırıların yol haritasını açıkça ortaya koymaya yetiyor.
Meclis Araştırma Komisyonu
İstanbul Sözleşmesi’nden hukuksuz bir şekilde çekilme kararının açıklandığı Mart ayında kadına yönelik şiddetin nedenlerini “araştırmak” için bir meclis araştırma komisyonu kuruldu. Kadın ve LGBTİ+ düşmanı söylemlerin sıkça yer bulduğu komisyonda “6284 sayılı Kanun’un değiştirilmesi”, “15 yaşında evlenmenin insan hakkı olduğu”, “nikahsız birlikte yaşamaların sapkın ilişki olduğu”, “bir kadın öldürüldüğünde erkeğin de zarar gördüğü”, “erkeklere de sığınma evi açılması” gerektiği, ya da “helal gıda yemenin şiddeti azalttığı” gibi kadına yönelik şiddeti önlemek bir yana daha da artmasına sebep olacak öneri ve tespitlerin yapıldığına tanık olduk. Açıkça kadın düşmanlığı yapan isimlere paye verilirken, komisyona davet edilen kadın örgütü temsilcilerinin, kadına yönelik şiddetin nedenlerini İstanbul Sözleşmesi’nin ve feministlerin zaten yıllardır ortaya koyduğunu söylemeleri ve sözleşmeden çekilme kararının gerekçesini sormaları üzerine sözleri kesildi ve komisyonu İstanbul Sözleşmesi ile meşgul etmekle suçlandılar. Muhalefet partilerinin üyelikten çekildiği ve kadın örgütlerinin eleştiri ve protestolarını tutanaklara geçirdiği Komisyon’dan çıkacak raporun, tıpkı 2016 senesindeki Boşanma Komisyonu raporu gibi kadın haklarına saldırılarda yeni bir yol haritası olması maalesef şaşırtıcı olmayacaktır.
Şiddet Eylem Planı
Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çekildiği 1 Temmuz günü açıklanan Kadına Yönelik Şiddet Eylem Planı’nda toplumsal cinsiyet eşitliği kavramına hiç yer verilmemiş, şiddetle mücadelede en kapsamlı yol haritası olan İstanbul Sözleşmesi 2014’ten beri Türkiye’de yürürlükte değilmişçesine metinde sözleşmenin ismi dahi geçirilmemiş; ev içi şiddet konusunda Türkiye’nin dahil olduğu uluslararası mekanizmalar tarihçesi, 1995 yılında yazılan Pekin Bildirgesi ile sonlandırılmıştır. CEDAW Komitesi’nin 1992 yılında yayınladığı 19 numaralı tavsiye kararının İstanbul Sözleşmesi temel alınarak 2017 yılında güncellenen versiyonu 35 numaralı genel tavsiye kararı ise hiç yokmuşçasına sadece 19 numaralı karardan bahsedilmiştir.
Sivil toplum istişare toplantısına davet edilmeyen ancak kendi ısrarlı çabaları neticesinde toplantıya katılabilmiş olan kadın örgütlerinden temsilcilerin sözleşmeye defalarca vurgu yapmış olmasına rağmen İstanbul Sözleşmesi toplantının sonuç raporuna da bilinçli olarak eklenmemiştir. Bununla birlikte 2016 Boşanma Komisyonu Raporu önerileri arasında olan “erkeklere sığınma evi açılması” önerisi bu planda yer bulmuş, Diyanet’e çok önemli roller verilerek sığınaklarda kalan kadınlara manevi ve dini değerler konusunda “rehberlik” etmesi planlanmıştır. 6284 sayılı Kanun ve uygulamasının gözden geçirilmesi de plandaki hedefler arasında yer alıyor.
LGBTİ+’lara yönelik artan şiddet
İstanbul Sözleşmesi’nden LGBTİ+’lara yönelik nefret söylemi ile çekilen iktidar, LGBTİ+’lara yönelik ayrımcılık ve şiddeti kaygı verici şekilde tırmandırıyor. Yasaklar ve şiddetin gölgesinde geçen 2021 Onur Haftası etkinlikleri kapsamında Heybeliada’da yapılması planlanan piknik, herhangi bir yasaklama kararı olmamasına karşın polisin mekân işletmecilerine yönelik tehdit ve korkutmaları yoluyla engellendi. Polis, Maçka Parkı’nda piknik yapan LGBTİ+’lara hukuksuz bir şekilde müdahale ederek birçok LGBTİ+’ya şiddet uyguladı, 1 kişiyi gözaltına aldı. 19. İstanbul LGBTİ+ Onur Yürüyüşü’nü Maltepe Miting Alanı’nda gerçekleştirmek için Onur Haftası Komitesi tarafından İstanbul Valiliği’ne yapılan başvuru reddedildi. Taksim’de gerçekleştirilmek istenen yürüyüşe ise sert şekilde müdahale edildi; aralarında gazetecilerin de olduğu en az 25 kişi şiddete uğradı ve gözaltına alındı.
Cinsel saldırı ve İstismarda Tutuklamaya Somut Delil Şartı
7 Temmuz’da Meclis’ten geçen 4. Yargı Paketi ile cinsel saldırı ve cinsel istismar suçları da dahil olmak üzere katalog suçlarda tutuklama için somut delil aranması koşulu getirildi. Böylece özellikle kadınlara ve LGBTİ+’lara yönelik cinsel saldırı suçlarında halihazırda zaten sırtı sıvazlanarak serbest bırakılan ve evine gönderilen faillerin tutuklu yargılanması daha da zorlaştırıldı. Cinsel suçların genellikle herhangi bir kayıt ya da tanık gibi bir delil olmaksızın gerçekleşmesine, cinsel saldırının ardından adli mercilere başvurmanın genellikle zaman almasına ve cinsel suçların yargılamasında en büyük problemin cezasızlık kültürü olduğu gerçeğini her fırsatta dile getirmemize rağmen atılan bu adım; uygulamada cinsel saldırı ve cinsel istismar faillerinin tutuksuz yargılanmalarının önünü açarak faillerin cinsel şiddet uyguladıkları kadın ve çocuklarla aynı haneye ya da ortama gönderilmesi ve şiddete maruz kalanların tehdit altında yaşaması riskini taşıyor.
6284 sayılı Kanun’a saldırılar
İstanbul Sözleşmesi’nden “iç hukukun yeterli olduğu” argümanıyla çekilmiş olunmasına rağmen sözleşmeden sonra şimdi de 6284 sayılı Kanun’un da değiştirilmesi gerektiğine dair eşitlik ve insan hakları karşıtı, kadın düşmanı cephelerden sesler daha gür yükselmeye başladı. Öyle ki iktidar içinden de destek gören bu gruplar İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararından sonra daha da cesaretlenerek Kadınlara Yönelik Her Türlü Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılmasına Yönelik Birleşmiş Milletler Sözleşmesi (CEDAW) ve Çocukların Cinsel Sömürü ve Cinsel İstismardan Korunmasına İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi (Lanzorete) dahil, kadın ve çocuk haklarını güvence altına alan uluslararası tüm sözleşmelerin ve yasal mevzuatın tahrip edilmesine yönelik saldırılarını daha da görünür bir şekilde artırdı.
İstanbul Sözleşmesi’nin yürürlüğe girmesinin yedinci senesinde taraf devletlerde kadına yönelik şiddetle mücadelede sözleşmenin getirdiği toplumsal cinsiyet eşitliğine dayalı önleme ve koruma perspektifinin geliştirilmesi için çalışmalar yapılmaya ve sözleşme milyonlarca kadın, çocuk ve LGBTİ+’yı şiddetten uzak güven içinde yaşatmaya devam ederken, bizler Türkiye’de, haklarımızı bize rağmen tartışmaya açanlara karşı haklarımızı savunuyoruz.
Kadınların, çocukların, ev içi şiddete maruz kalanların ve LGBTİ+’ların, şiddetten uzak, güven içinde ve özgürce yaşamalarının önüne geçmek isteyen toplumsal cinsiyet eşitliği, insan hakları ve demokrasi karşıtı zihniyete bir kez daha sesleniyoruz. Hayatlarımızdan; özgür, ayrımcılıktan uzak ve eşit yaşama arzumuzdan vazgeçmeyeceğiz. İstanbul Sözleşmesi’nin bize rağmen elimizden alınmaya çalışılmasını kabul etmeyeceğiz. Kadınların, çocukların ve ev içi şiddete maruz kalan milyonlarca insanın şiddetten uzak güven içinde yaşama hakkının güvencesi olan 6284 sayılı Kanun’u tartışmaya asla açtırmayacağız.
Çünkü üzerinde söz sahibi olduklarını düşündükleri bedenlerimiz bizim, arzularımız bizim, düşlerimiz bizim, hayatlarımız bizim.
İstanbul Sözleşmesi bizim.
#BizimİçinBitmedi.